Hayyam’ın Felsefi Dünyasına Yolculuk
Doğu’nun en çok tartışılan, en çok sevilen ve aynı zamanda en çok yanlış anlaşılan bilge şairlerinden biri hiç kuşkusuz Ömer Hayyam’dır. Onu kimi zaman bir matematikçi, kimi zaman bir sarhoş şair, kimi zaman da kaderi sorgulayan bir filozof olarak tanırız. Ama Hayyam’ın asıl değeri, rubailerinde gizlidir. O kısa ama yoğun dizeler, bir insanın ömrü boyunca yaşayabileceği en derin sorgulamaları birkaç satıra sığdırır: hayatın anlamı, ölümün kaçınılmazlığı, Tanrı’nın sırrı, mutluluk ve hüsran.
Hayyam, insanın hem akılla hem kalple var olduğunu bilen bir düşünürdü. Onun dizelerinde bilimin soğuk mantığı ile şarabın sıcak neşesi yan yana durur. Bu yüzden bazen bir astronom, bazen bir sarhoş, bazen de bir tasavvuf ehli olarak anılır. Ama aslında Hayyam, hiçbir kalıba tam olarak sığmayan; çağları aşan bir arayışın simgesidir.
Bu yazıda Hayyam’ın hayatına, eserlerine ve rubailerindeki derin felsefi sorgulamalara yakından bakacağız. Ayrıca onun Nizamülmülk ve Hassan Sabbah ile olan dostluk rivayetine, döneminin siyasi ve kültürel atmosferine de değineceğiz. En sonunda ise Hayyam’ın bugün bize ne söylediğini, çağdaş insanın hayatına nasıl dokunabileceğini tartışacağız.
Hayatı ve Dönemi
Ömer Hayyam, 1048’de (bazı kaynaklara göre 1040) bugünkü İran sınırları içindeki Nişabur şehrinde dünyaya geldi. Nişabur, o dönemde Horasan’ın en önemli kültür merkezlerinden biriydi. Selçuklu Devleti’nin hüküm sürdüğü bu coğrafya, siyasi çalkantılarla birlikte bilim, felsefe ve edebiyatın da yoğun biçimde geliştiği bir dönemdi.
Nişabur, sadece ticaretin değil, aynı zamanda entelektüel hayatın da kalbinin attığı bir şehirdi. Medreseler, kütüphaneler, bilim insanları ve şairler burada buluşur; tartışmalar yapılır, kitaplar yazılırdı. Hayyam böyle bir ortamda yetişti. Küçük yaşta aldığı eğitim, onun matematik ve astronomi alanında parlak bir zekâya sahip olduğunu gösterdi.
Hayyam genç yaşta matematikteki yeteneğiyle dikkat çekti. Cebir ve geometri üzerine çalışmaları, onu çağının en önde gelen matematikçilerinden biri haline getirdi. Onun en bilinen eseri, “Cebir” üzerine yazdığı risaledir. Bu eserde üçüncü dereceden denklemlerin geometrik çözümlerini açıklamış ve daha sonra Batı dünyasında da etkili olmuştur.
Astronomi alanında da Hayyam’ın büyük katkıları oldu. Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından kurulan rasathanede çalışarak Celali Takvimi’nin hazırlanmasına öncülük etti. Bu takvim, o dönemin en doğru güneş takvimlerinden biriydi ve Gregoryen takviminden bile daha hassas olduğu söylenir.
Hayyam’ı sadece bir bilim insanı olarak görmek eksik olur. Onun asıl farklılığı, bilimi ve felsefeyi iç içe düşünebilmesiydi. Matematikte katı kurallara bağlı olan bu adam, rubailerinde hayatın belirsizliğini, kaderin oyunlarını ve insanın acizliğini dile getiriyordu.
Bu yönüyle Hayyam, hem aklın hem kalbin insanıdır. Doğu geleneğinde Mevlânâ aşkı simgeler, Gazâlî imanla aklı tartar, İbn Sina aklı en yüce mertebeye çıkarır. Hayyam ise tüm bunların arasında farklı bir yerde durur: aklı küçümsemez, ama aklın çözemeyeceği sırlar karşısında da derin bir alaycılıkla gülümser.
Rubailer: Hayat, Ölüm, Hiçlik ve Anlam Arayışı
Hayyam’ın en güçlü dizeleri ölüm üzerine olanlardır. Onun için ölüm, kaçınılmaz bir gerçektir. İnsan ne kadar bilgiye sahip olursa olsun, ne kadar servet biriktirirse biriktirsin, sonunda toprak olacaktır.
“Bu toprak bir zamanlar güzellerin yanağıydı,
Şu testiler nice dudakların tebessümüyle şekillendi.
Sakın hor görme çamuru,
Belki de bir gün senin yüzünden yapılacak bir testi.”
Burada Hayyam, varlığın döngüsünü gösterir. İnsan toprağa karışır, toprak bir gün bir testiye dönüşür, o testi de başka bir insana su verir. Ölüm bir son değil, dönüşümdür. Ama yine de insanın bireysel bilinci için ölüm, “hiçlik”le eş anlamlıdır. Bu yüzden Hayyam, ölüm karşısında huzursuz ama aynı zamanda kabullenici bir tavır sergiler.
Hayyam’ın rubailerinde sıkça görülen bir başka tema da kader ve Tanrı tartışmasıdır. O, kimi zaman Tanrı’ya yakarır, kimi zaman kaderi sorgular, kimi zaman da alaycı bir üslupla sorular yöneltir.
Madem ki yazgımız önceden yazılmış,
Günahkâr da suçsuz da aynı kalemden çıkmış,
Öyleyse niçin hesap sorarsın bizden,
Madem ki sen yazdın, biz değil?”
Bu dizelerde Hayyam, özgür irade meselesini gündeme getirir. Eğer her şey Tanrı tarafından önceden belirlenmişse, o zaman insanın günah işlemesi de kendi seçimi değil, Tanrı’nın yazdığı kaderdir. Peki öyleyse, insan neden cezalandırılır? Bu soru, sadece İslam dünyasında değil, Batı felsefesinde de asırlardır tartışılan “teodise” (Tanrı’nın adaleti) problemidir. Hayyam, bu soruya kesin bir cevap vermez; ama soruyu sorarak okuyucunun zihnini sarsar.
“Dünyayı süslediler, bir şey kalmadan.
Bu süslere inanma, akıl olmadan.
Giden de çok dünyadan, gelen de ama;
Sen payını al ondan, seni almadan!”
Burada Hayyam’ın süs ve gösterişe dair eleştirisi vardır: dünya geçici süslemelerle dolu, hatta bu süsler geçicidir ve akıl olmadan bu süsler aldatıcı olabilir. Hayatta geçenler ve gelecekler vardır, birçok insan gelir gider; ama asıl olan senin burada ve şimdi sahip olduğun, elde edebileceğin paydır. Başkaları gittiğinde seni de alıp götürecek olan şey değildir süs ve dünya; senin özün, aklın ve yaşadığın anlamdır.
“Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!”
Burada nihilistik bir tona yaklaşım var gibi görünür; “yer, gök, yıldızlar boştur”. Ama bu boşluk bir karamsarlık değil, bir farkındalıktır: evren sürekli kuruluyor, dağılıyor; büyük olaylar gelip geçiyor. Bunların hepsinde insanın yakalayıp alacağı tek şey nefesidir — yaşamı, varoluşu. Gönlünü hoş tutmak, iç huzuru yakalamak bu sürecin anlamını verir. Hayyam, metafizik bir umutla ya da dinsel bir telefuzla değil, bireysel yaşama bağlı bir değerle bu boşluğu anlamlandırır.
Rubailerde Felsefi Temaların Ortak Noktaları
- Zaman ve Geçicilik: Hayatın kısa oluşu, yaşanan her anın geri gelmezliği, geçmiş ve gelecek arasında yaşamanın anlamsızlığı.
- Mutluluk ve Keyif Anları: Şarap, doğa, dostluk, şiir gibi dünyevi ama derin anlam taşıyan unsurlar; bunlar geçici olsa bile huzur ve anlam verir.
- Akıl vs. Gösteriş: Akıl ve içsel bilgelik, dışsal süslemelerden üstün tutulur.
- Kader, Pişmanlık ve İnsan Sorumluluğu: Kişinin eylemlerinin sorumluluğu, bu eylemlerin değiştirilmezliği, kaderin rolü; ama bu, insanı pasif yapmaz; aksine her anın kıymetini arttırır.
- Varoluş Boşluğu ve Kabullenme: Evrenin büyüklüğü ve insanın göreceli küçüklüğü bir boşluk hissi doğurabilir; Hayyam, bu hissi bastırmak yerine kabullenir ve oradan bir iç huzur çıkarmaya çabalar.
Ömer Hayyam ve “Üç Dost” Rivayeti: Nizamülmülk ve Hassan Sabbah
Tarihi kaynaklarda kesinliği tam olarak kanıtlanmamış olsa da, İslam dünyasının en ilginç anlatılarından biri, “üç dost” hikâyesidir. Bu hikâyede üç isim öne çıkar: Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hassan Sabbah.
- Nizamülmülk (1018–1092), Selçuklu veziri ve ünlü siyasetnâme yazarıdır. Selçuklu Devleti’nin sistemli ve güçlü bir bürokrasiye kavuşmasını sağlayan devlet adamıdır.
- Hassan Sabbah (1050–1124), İsmailî davetçisi, ünlü Alamut Kalesi’nin kurucusu ve “Haşhaşîler” olarak bilinen fedai örgütünün lideridir.
- Ömer Hayyam ise bilim insanı ve şair olarak bu ikiliyle birlikte anılır.
Nizamülmülk vezir olunca dostlarını hatırlamış. Önce Hassan Sabbah’a devlet kademesinde yüksek bir görev teklif etmiş. Hassan Sabbah da bu görevi kabul etmiş; ancak hırsı, iktidar tutkusu ve entrikaları kısa sürede Nizamülmülk ile arasını açmış. Sonunda yolları ayrılmış ve Hassan Sabbah kendi yolunu seçerek Alamut Kalesi’ne çekilmiş. Burada İsmailî hareketini örgütlemiş ve tarihte adını kanlı suikastlerle duyurmuştur. Hayyam’a gelince… Nizamülmülk, ona da önemli bir makam önermiş. Ama Hayyam, devlet işlerine karışmak istememiş. Onun istediği şey ilimle uğraşmak, yıldızları gözlemek, şiir yazmak, kendi dünyasında özgürce yaşamaktı. Böylece vezirin himayesi altında, Nişabur’da rahat bir hayat sürdü.
Bu hikâye, üç farklı hayat yolunun sembolü gibidir:
- Nizamülmülk: Devlet ve iktidar yolunu seçmiştir. Onun için düzen, hukuk ve siyaset ön plandadır.
- Hassan Sabbah: İdeoloji ve mücadele yolunu seçmiştir. Onun hayatı, iktidara karşı kanlı bir direniş ve dogmatik bir inanç mücadelesiyle geçmiştir.
- Ömer Hayyam: Bilim, şiir ve özgür düşünce yolunu seçmiştir. Onun için en değerli olan şey, hayatın kendisiydi; iktidar ya da ideoloji değil.
Tarihçiler bu hikâyenin doğruluğunu tartışmıştır. Kimilerine göre üçlünün aynı medresede okuduğu ve dostluk kurduğu tamamen efsanedir. Ama bu efsanenin varlığı bile, Hayyam’ın halk hafızasında nasıl bir anlam kazandığını gösterir. Çünkü bu anlatı, üç farklı yaşam tarzını karşı karşıya getirir: devlet adamı, ideolojik lider, filozof/şair. Hayyam, burada en “zararsız” gibi görüneni seçmiş olsa da, aslında en kalıcı olan da onun yoludur. Nizamülmülk suikasta kurban gitmiş, Sabbah’ın örgütü tarihe karışmış; ama Hayyam’ın rubaileri hâlâ dillerde dolaşmaktadır.
Hayyam’ın Felsefi Düşüncesi
Hayyam’ın rubailerinde en çok göze çarpan konulardan biri kader meselesidir. O, sık sık şu soruyu sorar: “Eğer her şey Tanrı tarafından önceden yazılmışsa, biz neden sorumluyuz?” Bir rubaisinde şöyle der:
“Önceden yazılmış alnımıza kader,
Ne sevinç bırakır ne keder.
Bizim irademiz nedir ki?
Hep senin kaleminle yazılmış her haber.”
Bu dizelerde Hayyam, adeta klasik özgür irade – kader sorununu gündeme getiriyor. İslam dünyasında bu konu, özellikle Eş’arî ve Mutezilî kelamcılar arasında tartışılmıştır. Batı felsefesinde de aynı sorun, Augustine’den Leibniz’e, Spinoza’dan Sartre’a kadar birçok filozofun gündeminde olmuştur. Hayyam’ın yaklaşımı daha çok determinist bir tavırdır: İnsan özgür değildir, çünkü önceden yazılmış bir kader vardır. Ama bu onu umutsuzluğa sürüklemez; aksine, bu bilinci hafif bir alaycılıkla karşılar. Çünkü eğer her şey önceden belirlenmişse, o zaman fazla kasmaya gerek yoktur; şarabını iç, dostunla sohbet et, şiir yaz.
Hayyam, sadece şair değil aynı zamanda büyük bir matematikçi ve astronomdu. Onun bilimsel katkıları, özellikle cebirde üçüncü dereceden denklemler üzerine yaptığı çalışmalar, Batı’da Rönesans öncesi matematiğe ışık tutmuştur. Ayrıca hazırladığı Celali Takvimi, Gregoryen takviminden bile daha hassas kabul edilir. Ama dikkat çekici olan, bu bilimsel zekânın aynı zamanda şiirde metafizik sorulara yönelmesidir. Yıldızların hareketlerini hesaplayan bir adam, rubailerinde yıldızların anlamsızlığını da dile getirebilir.
“Ey gökyüzü! Yüz binlerce sır saklarsın,
Ama bana bir tekini bile açmazsın.
Hep dönersin başımın üstünde,
Ne var ki bana yol göstermezsin.”
Burada Hayyam, bilimin sınırlarını da fark eder. Evet, gökyüzünün hareketlerini hesaplayabiliriz; ama bu hesaplama bize hayatın anlamını vermez. Bu nedenle Hayyam’da hem bilime güven hem de bilimin ötesinde bir boşluk duygusu vardır.
Hayyam’ın dine bakışı çok tartışılmıştır. Kimileri onu ateist, kimileri de gizli bir sufî olarak görmüştür. Aslında Hayyam’ı herhangi bir kategoriye sıkıştırmak yanlıştır. Onun rubailerinde hem Tanrı’ya yakarış hem de Tanrı’ya karşı alaycı sorular vardır. Bu çelişkili gibi görünen durum, aslında insanın içsel gelgitlerini yansıtır. Bir rubaisinde şöyle sorar:
“Bu dünyayı yarattın, sonra bizi koydun içine,
Günahı da, sevabı da sen yazdın kalemine.
Sonra kalkıp bizden hesap sorarsın,
Söyle, adalet midir bu, yoksa bir bilmece mi bize?”
Burada Hayyam, “teodise” yani Tanrı’nın adaleti sorununu gündeme getirir. Eğer Tanrı mutlak kudret sahibiyse, neden kötülük vardır? Eğer kötülüğü önceden yazdıysa, neden kulları sorumlu tutar? Bu sorular, Hayyam’ın döneminde tehlikeli bulunabilecek sorulardı. Ama onun rubailerinde alay ve mizah yoluyla dile getirilmesi, bu soruları daha “şiirsel” kılmış ve düşüncelerini güvenli biçimde yaymasına imkân tanımıştır.
“Hareket eden parmak yazar, yazıp geçer,
Ne dindarlık geri getirir, ne bilgelik siler.
Ne gözyaşların silebilir o satırları,
Ne pişmanlık değiştirir yazılmış kaderi.”
Bu rubai, Hayyam’ın kader anlayışını en iyi özetleyen dizelerden biridir. Zaman geri alınamaz, kader değiştirilemez. Bu yüzden insan geçmişte oyalanmamalı, bugünü değerlendirmelidir.
“Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut, hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!”
Evrenin sürekli değiştiğini, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını vurgular. Burada nihilist bir bakış değil, boşluk karşısında iç huzuru arayan bir felsefe vardır: Gönlünü hoş tut, anı yaşa.
“Bu toprak bir zamanlar sevgilinin yanağıydı,
Bu testi nice güzelin dudağıydı.
Hor görme şu kadehi,
Belki de bir gün senin de yüzünden yapılacak bir çamurdu.”
İnsan ölümlüdür, sonunda toprağa karışır. Ama bu döngü, bir son değil; bir dönüşümdür. İnsanın faniliğini kabul etmesini ve kibirden uzaklaşmasını öğütler.
Hayyam’ın felsefesi üç temel ilke üzerine oturur:
- Hayatın geçiciliği - Zaman akar, hiçbir şey kalıcı değildir.
- Mutluluk ve anın değeri - Geleceği fazla kurcalama, geçmişe takılma; şu anda yaşa.
- Bilgi ve boşluk - Bilim önemlidir ama hayatın anlamını tek başına açıklamaz. Bu boşluğu ya imanla ya da neşeyle doldurabiliriz. Hayyam ikinci yolu seçer.
Batı Dünyasında Hayyam
Ömer Hayyam’ın şair olarak Batı’da tanınması, 19. yüzyılda Edward FitzGerald’ın yaptığı ünlü Rubaiyat çevirisiyle başladı. FitzGerald, 1859’da yayımladığı bu eserde Hayyam’ın rubailerini bire bir çevirmekten çok, onları yeniden yorumladı. İlginçtir ki, eser ilk yayımlandığında pek ilgi görmedi. Hatta yayınevinin elinde kalan kitaplar neredeyse yok pahasına satılmıştı. Ama kısa süre sonra, özellikle entelektüel çevrelerde Rubaiyat büyük bir yankı uyandırdı. 19. yüzyılın Viktorya dönemi İngiltere’sinde, Hayyam’ın hayatı sorgulayan ve dini dogmalara alaycı yaklaşan rubaileri bir özgürlük nefesi gibi hissedildi. Rubaiyat kısa sürede Avrupa’ya ve Amerika’ya yayıldı. Dante, Shakespeare ya da Goethe kadar bilinmese de, Hayyam Batı’da bir “mistik şair” olarak romantize edildi.
Batı’da Hayyam bazen Doğu’nun Epiküros’u olarak anıldı. Çünkü onun rubailerinde hayatın geçiciliği ve zevkin önemi öne çıkar. Ama aynı zamanda, derin bir metafizik sorgulama da vardır. Bu ikili yapı, hem şairleri hem de filozofları etkiledi. Özellikle 20. yüzyıl başında, varoluşçu düşüncenin yükselişiyle birlikte Hayyam’ın rubaileri tekrar gündeme geldi. Albert Camus’nün “absürd” kavramıyla Hayyam’ın evrenin boşluğunu dile getirişi arasında bir paralellik kuruldu.Son olarak şunu söyleyelim; Nizamülmülk’ün siyasi düzeni yıkıldı, Hassan Sabbah’ın fedaileri tarihe karıştı. Ama Hayyam hâlâ okunuyor, hâlâ alıntılanıyor, hâlâ şiirleri insanlara ilham veriyor. Çünkü onun felsefesi, zamanın ötesinde bir bilgelik taşıyor. Hayyam bize, evrenin boşluğu içinde bir tebessümle var olmayı öğretiyor. Ölümü kabullenirken, hayatı sevmeyi unutmamayı söylüyor. Ve belki de bu yüzden, bin yıl sonra bile onun rubailerinde kendimizi bulabiliyoruz.



