Tarih çoğu zaman büyük başarıların, zekice stratejilerin ve olağanüstü liderliklerin öyküsü olarak anlatılır. Ancak dikkatle bakıldığında, insanlık tarihini değiştiren en önemli dönemeçlerin bir kısmı “yanlış kararlar”dan doğmuştur. Bir hükümdarın kısa vadeli çıkar uğruna yaptığı bir hamle, bir ordunun hazırlıksız çıktığı bir sefer, ya da bir devletin çağın getirdiği yenilikleri zamanında görememesi, imparatorlukların kaderini tayin etmiştir.
Yanlış kararların gücü, yalnızca o anki sonuçlarıyla sınırlı değildir. Bir hata bazen onlarca yıl boyunca etkisini gösterir, bir uygarlığın askeri dengesini bozar ya da ekonomik sistemini kalıcı olarak zayıflatır. Daha da önemlisi, bu kararların çoğu verildikleri anda rasyonel, hatta “doğru” gibi görünmüştür. İşte tarihin en çarpıcı tarafı da burada gizlidir: Bir lider veya devlet, elindeki bilgilerle en mantıklı seçeneği tercih ettiğini düşünürken, aslında kendi sonunu hazırlıyor olabilir.
Bu yazıda, tarihin akışını değiştiren yedi büyük yanlış kararı ele alacağız. Antik çağın sembol olaylarından, modern çağın dünya savaşlarına kadar uzanan bu örnekler bize hem insan doğasının hem de devlet yönetiminin zaaflarını gösteriyor. Her bir vaka, yalnızca geçmişin hatalarını anlamak için değil, bugünün dünyasında alınan kararların nasıl uzun vadeli etkiler doğurabileceğini görmek için de önemlidir.
1) Troya — Truva Atı ve Güvenlik Zaafı
Antik Yunan destanı İlyada ve Odysseia, Truva Savaşı’nı bize en canlı şekilde anlatan kaynaklardır. Efsane ile tarih iç içe geçmiş olsa da Truva Atı hikâyesi, çağlar boyunca “yanlış güven”in simgesi olmuştur. Yunan ordusu on yıl süren kuşatmanın ardından geri çekiliyormuş gibi yaparak geride dev bir ahşap at bırakır. Troya halkı bu hediyeyi zaferin sembolü olarak şehre sokar. Gece olunca atın içindeki askerler kapıları açar ve kentin düşüşü başlar.
Truva Atı olayının tarihi gerçekliği tartışılsa da, verdiği ders çok nettir: En büyük tehlike çoğu zaman dışarıdan değil, içeriye sorgusuzca alınan şeylerden gelir. Bir toplum ya da devlet, düşmanı küçümsediğinde ve güvenliği rehavete bıraktığında en büyük darbesini alır. B u, yalnızca askeri değil; diplomatik, ekonomik ve teknolojik alanlarda da geçerli bir ilkedir.
Modern dünyada “Truva Atı” kavramı siber güvenlikte kullanılan bir terimdir. Kötü niyetli yazılımlar genellikle cazip görünen bir dosya veya uygulama olarak sisteme girer. Bu benzetme bile, üç bin yıl öncesinin bir hikâyesinin bugün hâlâ ne kadar geçerli olduğunu göstermektedir.
Troya’nın düşüşü, gerçek olsun ya da olmasın, güvenlikte dikkat ve sorgulamanın hayati önemini anlatan evrensel bir ders olarak tarih kitaplarında yerini korumaktadır.
2) Roma — Gotların İmparatorluğa Alınması
Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, birdenbire gerçekleşen bir olay değil; yüzyıllara yayılan bir süreçtir. Ancak tarihçiler, bu süreci hızlandıran en kritik hatalardan biri olarak 4. yüzyıl sonlarında Gotların imparatorluk topraklarına alınmasını gösterir.
Hunların baskısı altında kalan Got toplulukları 376 yılında Tuna Nehri’ni geçerek Roma topraklarına sığındı. İmparator Valens, onları müttefik statüsünde kabul etmeyi seçti. İlk bakışta bu karar mantıklıydı: Roma hem sınırlarını güçlendirecek yeni savaşçılar kazanıyor, hem de barbar akınlarını kontrol altına almış oluyordu. Ancak uygulama aşaması tam bir felakete dönüştü.
Roma valileri, Gotlara vaat edilen erzakları vermedi. Yolsuzluklar ve kötü muamele, açlık ve öfkeyi artırdı. Sonunda Gotlar isyan etti ve 378 yılında Hadrianopolis (Edirne) yakınlarında Roma ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaşta İmparator Valens hayatını kaybetti. Roma tarihinde imparatorun ordusuyla birlikte savaş alanında ölmesi son derece nadir bir olaydı ve imparatorluğun prestijine büyük bir darbe vurdu.
Bu yenilgi, Roma ordusunun “yenilmez” imajını sarstı ve barbar kavimlerin cesaretini artırdı. Yüzyıl sonra 410 yılında Vizigotlar, Alaric önderliğinde Roma’yı yağmaladı. 476’da Batı Roma’nın tamamen yıkılması, bu sürecin son halkası oldu.
Roma’nın hatası, kısa vadeli bir çözüm uğruna uzun vadeli bir krizi tetiklemesiydi. Göçmenleri ve müttefikleri doğru entegrasyon mekanizmaları olmadan içeri almak, imparatorluğun kendi sınırlarını içeriden çökertti. Bu olay, devletlerin büyük nüfus hareketlerini yönetirken ne kadar dikkatli olması gerektiğini gösteren tarihi bir ders niteliğindedir.
3) Bizans — IV. Haçlı ve 1204 Yağması
Bizans İmparatorluğu, Doğu Roma’nın devamı olarak yüzyıllar boyunca Akdeniz’in en güçlü siyasi ve kültürel merkezlerinden biriydi. Ancak 1204 yılında yaşanan olay, Bizans’ın belini kıran en büyük darbelerden biri oldu: IV. Haçlı Seferi’nin hedefini saptırarak Konstantinopolis’i işgal etmesi.
Haçlı seferleri, ilk başta Kudüs ve kutsal toprakları Müslümanlardan almak amacıyla düzenlenmişti. Fakat 12. yüzyıl sonlarında Avrupa’daki çıkarlar, borçlar ve politik hesaplar, seferlerin yönünü değiştirdi. Venedik’in ekonomik çıkarları, Haçlı ordularını Konstantinopolis’e yönlendirdi. Bizans içindeki taht mücadeleleri de bu süreci kolaylaştırdı.
1204’te Haçlı kuvvetleri, dünyanın o dönem en zengin ve ihtişamlı şehrine saldırdı. Konstantinopolis yağmalandı, Ayasofya bile talan edildi, kutsal emanetler Batı Avrupa’ya taşındı. Şehir, Latin İmparatorluğu adıyla yaklaşık 60 yıl boyunca yabancıların kontrolünde kaldı. Bizans 1261’de şehri geri aldı ama eski ihtişamına hiçbir zaman kavuşamadı.
Bu yanlış kararın kaynağı, Bizans’ın iç kavgalarını dış güçlerin desteğiyle çözmeye çalışmasıydı. Taht kavgalarında dış müttefiklere yaslanmak, sonunda Bizans’ın kendi kalbini kaybetmesine neden oldu. 1204 yağması, 1453’teki Osmanlı fethinin önünü açan en önemli kırılma noktalarından biri olarak görülür.
4) Osmanlı — Okyanus Çağını Kaçırmak
Osmanlı İmparatorluğu, 15. ve 16. yüzyıllarda dünyanın en güçlü kara imparatorluklarından biriydi. Ancak aynı yüzyıllarda Avrupa’da çok büyük bir dönüşüm yaşanıyordu: Coğrafi Keşifler. Portekizliler Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a ulaşmış, İspanyollar Amerika kıtasını keşfetmişti. Ardından İngiltere ve Hollanda küresel deniz imparatorluklarını kurdu.
Osmanlı, Akdeniz’de çok güçlüydü. Barbaros Hayreddin Paşa’nın zaferleri, Preveze Deniz Savaşı (1538) gibi büyük başarılar bu gücü kanıtlıyordu. Ancak Atlantik eksenli ticaret ağları kurulduğunda Osmanlı yeterince hızlı hareket etmedi. Akdeniz merkezli bir imparatorluk olarak kalmak, kısa vadede avantajlı görünüyordu; fakat uzun vadede dünya ticaretinin yönü Atlantik’e kaydı.
Bunun sonucunda Avrupa devletleri, Amerika’dan gelen altın ve gümüşle zenginleşti, Asya ile doğrudan ticaret yaparak Osmanlı’yı aradan çıkardı. Osmanlı hâlâ güçlüydü ama ekonomik temeller yavaş yavaş erimeye başladı. Sanayi Devrimi’ne giden süreçte Avrupa’nın üstünlüğü giderek arttı.
Osmanlı’nın bu dönemdeki yanlış kararı, dünyadaki stratejik yön değişimini tam olarak görememekti. İmparatorluk hâlâ kara ordularına ve klasik sefer düzenine yatırım yaparken, Avrupa okyanus ötesi kolonilerle yepyeni bir güç sistemi kuruyordu. Tarih, bazen savaş meydanlarında değil, ticaret yollarında değişir.
5) Napolyon — 1812 Rusya Seferi
19. yüzyılın başlarında Napolyon Bonapart, Avrupa’nın en güçlü lideriydi. Fransız orduları kıtada peş peşe zaferler kazanmış, Avrupa’nın büyük kısmı Fransız etkisi altına girmişti. Ancak 1812’de yapılan bir hata, Napolyon’un çöküşünü başlattı: Rusya Seferi.
Napolyon, Çar I. Aleksandr’ın kendisine karşı koymaya başladığını görünce, Rusya’yı dize getirmek için devasa bir ordu topladı. Grande Armée adı verilen bu ordu, 600 binden fazla askerden oluşuyordu. Ancak planlama yetersizdi. Coğrafya çok genişti, ikmal hatları çok uzundu ve Rusya’nın kış şartları hesaba katılmamıştı.
Rus ordusu doğrudan savaşmak yerine geri çekildi, önüne çıkan her şeyi yaktı. Bu “yakıp çekilme” taktiği Napolyon’un ordusunu aç bıraktı. Moskova’ya ulaştığında şehir boşaltılmış ve yakılmıştı. Fransız ordusu zafer yerine hayalet bir şehir buldu. Kış bastırınca askerler açlık, soğuk ve hastalıkla kırıldı. 600 bin kişilik ordu geri dönerken 100 binin altına düştü.
Bu sefer yalnızca bir askeri yenilgi değildi; Napolyon’un “yenilmez” imajı yıkıldı. Avrupa devletleri yeniden birleşti, 1814’te Paris’e girildi ve Napolyon tahttan çekilmek zorunda kaldı.
Napolyon’un hatası, hızla çözüleceğini sandığı bir seferde lojistik ve iklim faktörlerini küçümsemesiydi. Savaşlarda asker sayısı ve taktikler kadar, coğrafya ve ikmal de belirleyici olabilir. Rusya Seferi, bu gerçeğin en acı örneklerinden biri olarak tarihe geçti
6) Nazi Almanyası — İki Cephe Hatası
II. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en yıkıcı çatışmasıydı. Bu savaşın seyrini değiştiren en kritik hatalardan biri, Adolf Hitler’in 1941 yılında Sovyetler Birliği’ne saldırmasıydı. Almanya o sırada hâlâ Britanya ile savaş halindeydi. İngiltere’ye karşı kesin bir zafer kazanılmadan doğuda dev bir cephe açılması, askeri açıdan büyük bir risk oluşturuyordu.
Hitler, Sovyetler’in birkaç ay içinde çökebileceğini düşünüyordu. Barbarossa Harekâtı olarak bilinen bu saldırıda 3 milyondan fazla Alman askeri yer aldı. İlk aylarda hızlı ilerleme sağlandı, yüz binlerce Sovyet askeri esir alındı. Ancak Almanya’nın hesaplamadığı iki şey vardı: Sovyetler’in insan kaynağı ve coğrafyanın acımasızlığı.
Kış bastırdığında Alman ordusu Moskova önlerine ulaşmıştı ama ikmal hatları çökmüş, askerler donma ve açlıkla karşı karşıya kalmıştı. Aynı dönemde Japonya’nın ABD’ye saldırısı ile birlikte savaş tamamen küreselleşti. Almanya, bir anda hem batıda İngiltere ve ABD, hem doğuda Sovyetler karşısında iki büyük cephede savaşmak zorunda kaldı.
Stalingrad Muharebesi (1942–1943), bu hatanın sembol noktasıdır. Şehir uğruna verilen kanlı mücadele, Alman ordusunun geri dönüşü olmayan bir yenilgi yaşamasına neden oldu. Stratejik olarak Hitler’in hatası, tek cephede kazanılacak bir zaferin bile yeterince zor olduğunu görememesiydi. İki cepheye aynı anda girerek gücünü parçaladı ve uzun vadede savaşı kaybetti. 2. Dünya Savaşı gidişatını değiştiren önemli olaylar yazımızı buradan inceleyebilirsiniz.
7) Japonya — Pearl Harbor: Dev Bir Gücü Uyandırmak
7 Aralık 1941’de Japonya, Amerika Birleşik Devletleri’nin Pasifik Filosu’na sürpriz bir saldırı düzenledi. Pearl Harbor saldırısı, kısa vadede Japonya’ya üstünlük kazandırdı: gemiler batırıldı, uçaklar yok edildi, ABD büyük bir şok yaşadı. Ancak bu karar, Japonya’nın stratejik olarak en büyük hatasıydı.
ABD, saldırıya kadar savaşa doğrudan girmemişti. Amerikan kamuoyu, Avrupa’daki çatışmalara katılma konusunda isteksizdi. Pearl Harbor’dan sonra bu durum tamamen değişti. Amerikan halkı birleşti, Kongre savaşa giriş kararı aldı ve ülkenin devasa sanayi gücü harekete geçti.
ABD’nin üretim kapasitesi, Japonya’nınkinden katbekat fazlaydı. Saldırı, ABD’nin tüm potansiyelini devreye sokmasına neden oldu. 1942’deki Midway Muharebesi’nden itibaren denge tersine döndü. Japonya’nın kısa vadeli avantajı, uzun vadeli felaketini hazırlamıştı.
Pearl Harbor kararı, bir devletin stratejik planda yalnızca anlık başarıya odaklanmasının nasıl ölümcül sonuçlar doğurabileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Bir rakibi küçümsemek değil, onun uzun vadeli gücünü hesaba katmak gerekir.
Yalnış Karar Dersleri
Troya’dan Roma’ya, Bizans’tan Osmanlı’ya, Napolyon’dan II. Dünya Savaşı’na kadar tüm bu örnekler bize şunu gösteriyor: İmparatorluklar çoğu zaman dışarıdan yıkılmaz; içeriden verilen yanlış kararlarla zayıflar.
- Troya, rehavetin ve sorgusuz güvenin kurbanı oldu.
- Roma, kısa vadeli barış uğruna uzun vadeli çöküşü hızlandırdı.
- Bizans, iç sorunlarını dış güçlere emanet ederek kendi kalbini zayıflattı.
- Osmanlı, dünyadaki stratejik yön değişimini zamanında okuyamadı.
- Napolyon, lojistiği ve iklimi küçümseyerek ordusunu kaybetti.
- Hitler, kaynaklarını iki cepheye bölerek imparatorluğunu çöküşe sürükledi.
- Japonya, Pearl Harbor’da dev bir gücü tamamen uyandırarak kendi sonunu hazırladı.
Tarih bize şunu hatırlatır: Yanlış kararlar yalnızca bugünü etkilemez, gelecek yüzyılların da seyrini belirler. Strateji, sabır, hesaplama ve öngörü eksikliği, en güçlü imparatorlukları bile yere serebilir. Bu nedenle, geçmişte yapılan hataları öğrenmek, bugün verilen kararların ağırlığını anlamak açısından hayati önem taşır.








