Şimdi şöyle düşün: Bugün dünyayı Amazon, Apple, Google gibi birkaç dev şirket şekillendiriyor ya… İşte bundan 500-1000 yıl önce de dünyayı şekillendiren “şirketler” vardı, ama onlara imparatorluk diyorduk. CEO’su imparator, CTO’su vezir, HR departmanı da kılıçla işe alım yapan yeniçerilerden oluşuyordu.
İmparatorluk dediğin şey, “benim sınırım senin sınırını döver” mantığının tarihsel versiyonu. Bir yanda ordular, öte yanda kültürler, ticaret yolları, dinler ve ideolojiler… Bugün “yapay zekâ çağındayız” diye övünüyoruz ama, Moğollar olmasaydı belki de İpek Yolu’nun güvenliği sağlanmaz, Marco Polo Venedik’ten kalkıp Çin’e kadar gidemezdi. O zaman biz hâlâ kervansarayda wifi arıyor olabilirdik.
Ama şu soruyu sormadan da olmaz: “En büyük imparatorluk” derken kriterimiz ne?
Toprak büyüklüğü mü? (o zaman Moğollar zirvede)
Nüfus mu? (o zaman Çin/Qing öne geçiyor)
Kültürel etki mi? (Roma ve Osmanlı burada devreye giriyor)
Sömürgecilik mi? (Britanya, İspanya’yı selamlayalım)
Bu yazıda biraz bu ölçütleri karıştıracağız. Hem ansiklopedik bilgi olacak, hem de arada “bizim mahallede de buna benzer şey olmuştu” tadında göndermeler yapacağız. Hazırsanız ilk durağımız: Moğol İmparatorluğu.
Moğol İmparatorluğu
Cengiz Han: Start-up kurucusundan Global Dev’e
1206 yılında Moğol bozkırlarında, Temuçin adında bir adam vardı. Çocukluğu Netflix dizisi yapsa “Game of Thrones”u sollardı: babası zehirleniyor, annesiyle sürgün hayatı, kabileler arası savaşlar… Ama Temuçin pes etmiyor, eline mızrağı alıp Moğol kabilelerini tek tek birleştiriyor. Sonra da adını “Cengiz Han” yapıyor. Yani düşün, “Gariban Temuçin Ltd. Şti.”, bir anda “Cengiz Global Holding A.Ş.” oluyor.
Kaynak: David Morgan, The Mongols (Blackwell, 1986) kitabı bu birleşme sürecini detaylı anlatır. Cengiz’in vizyonu sadece savaş değil, bir siyasi sistem kurmaktı. Kabileler arasında yazılı yasalar, Yasa-i Cengiz Han, neredeyse ilk “Bozkır Anayasası” sayılır.
Haritada devasa bir yayılma
Cengiz Han ve halefleri, at sırtında öyle bir yayılıyor ki, 33 milyon km² toprağa ulaşıyorlar. (Kaynak: Britannica) Bugünkü Rusya’nın tamamı, Çin’in büyük kısmı, Orta Doğu’nun yarısı, Doğu Avrupa’nın bir kısmı… “Dünyanın en büyük kara imparatorluğu” unvanını hâlâ kimse geçemedi.
Düşünsene, 13. yüzyılda WhatsApp yok, uçak yok, tren yok… Ama adamların postası var: Yam sistemi. Kervansaray gibi istasyonlar, at değiştirme noktaları… 200 km’yi 24 saatte alabiliyorlardı. Yani bir nevi “Moğol Express Kargo”. Bugün PTT hâlâ kargoyu bir haftada getiriyor, Moğollar 800 yıl önce daha hızlıydı.
Ticarete açılan kapı: İpek Yolu
Moğol imparatorluğu sadece kılıçtan ibaret değil. Ticaret yollarını güvenli hale getirdiler. İpek, baharat, porselen… Marco Polo’nun seyahatnamesinde (1271–1295) anlattığı o egzotik mallar, Moğollar sayesinde Venedik’e kadar ulaşabiliyordu.
Moğol terörü mü, Moğol Pax’ı mı?
Tabii burada işin gri tarafı var. Moğollar gittiği her yerde barış ve düzen sağlamadı. Tam tersi, direnen şehirler haritadan silindi. Mesela 1258’de Hülagû Han’ın Bağdat seferi… Dönemin İslam dünyasının merkezi olan Bağdat, birkaç gün içinde yakılıp yıkıldı. Tarihçi İbnü’l-Esîr bu olayı “insanlık için kara bir gün” diye yazar. (Kaynak: İbnü’l-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih)
Ama Moğollar sadece yıkıcı değildi; bazı şehirleri de bilimin, sanatın merkezi haline getirdiler. Çin’den aldıkları barutu, İran’dan aldıkları mühendisliği, Araplardan aldıkları astronomiyi harmanladılar. Yani bir anlamda çok uluslu AR-GE merkezi gibiydiler.
Bugün Moğolların yaptıklarına bakınca, sanki “küreselleşmenin ilkel versiyonu”nu görüyoruz. Kendi döneminin Google Maps’i (posta istasyonları), Amazon’u (ticaret ağları), Pentagon’u (savaş teknolojileri)…
Ve ironik olan şu: Moğolların kısa ömürlü imparatorluğu dağıldı ama onların açtığı yollar ve bıraktıkları kültürel etki hâlâ devam ediyor. Rusya’nın doğusunda hâlâ Moğolca konuşan kabileler var. Çin Seddi hâlâ onların anısına turist çekerken, Netflix hâlâ Cengiz Han belgeseli yapıyor.
Sonuç olarak Moğollar; 33 milyon km² ile tarihin en büyük kara imparatorluğunu, İpek Yolu’nun güvenliği, modern ticarete benzer bir ağ oluşturdu. Hem korku hem düzen: Bağdat’ın yıkımı gibi trajediler, ama aynı zamanda küresel ticaretin temellerini attılar.
Roma İmparatorluğu
Her Yol Oraya Çıkıyor
“Her yol Roma’ya çıkar” lafını hepimiz duyduk. Ama işin komik tarafı şu: Gerçekten de çıkar. Çünkü adamlar öyle bir yol ağı yapmış ki, Avrupa’nın, Kuzey Afrika’nın, Orta Doğu’nun büyük kısmı Roma otoyol sistemiyle örülmüş. Bugün İstanbul’da üç gün sel yağınca çöken yolları görünce, 2000 yıl önce yapılan Roma yollarının hâlâ sapasağlam olduğunu hatırlamak insana biraz koyuyor.
Roma İmparatorluğu’nun kuruluşunu M.Ö. 27’ye alabiliriz. O yıl Augustus (nam-ı diğer Octavianus) ilk “imparator” unvanını aldı. Ama aslında Roma çok daha önce, küçük bir şehir devleti olarak doğmuştu. Yavaş yavaş Etrüskleri, Yunan kolonilerini, Kartaca’yı, sonra da “önüne geleni” yuta yuta Akdeniz’in patronu oldular.
Roma’nın Holding Stratejisi 🙂
Roma’nın imparatorluk anlayışı diğerlerinden farklıydı. Moğollar “ya teslim ol, ya yakarım” diyordu. Roma ise daha akıllı bir yatırımcı gibiydi: “Bize katıl, yollarımızdan, hamamlarımızdan, hukuk sistemimizden faydalan. Vergi ver yeter.”
Bir anlamda franchise sistemi gibi çalışıyordu. McDonald’s açarken nasıl logoya, menüye ve kurallara uyuyorsun; Roma da öyleydi. Katıldığın anda Roma vatandaşı olma ihtimalin vardı. Tabii ki köleysen başka, patriciysen başka. Ama sistem esnekti.
Betonun Gücü Adına! 🙂
Roma’nın dünyaya bıraktığı en büyük miraslardan biri beton. Evet, yanlış duymadınız. “Opus caementicium” adını verdikleri Roma betonu öyle sağlamdı ki, bugün hâlâ ayakta olan amfitiyatrolar, su kemerleri, yollar bunun kanıtı. Roma betonu nda volkanik kül (pozzolana) kullanmaları. Bu malzeme suyla tepkimeye girip yapıyı güçlendiriyordu. (Kaynak: Jackson et al., American Mineralogist, 2013)
Hukukun Temeli
Roma İmparatorluğu, sadece taş üstüne taş koymadı, hukuk üstüne hukuk da koydu. İlk büyük yazılı hukuk düzenleri “12 Levha Kanunları” ile başladı (M.Ö. 451). Sonra bu gelişti, Justinianus döneminde “Corpus Juris Civilis” haline geldi. Bugün Avrupa’daki medeni hukuk sistemlerinin çoğu (hatta Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki hukuk devrimi de) Roma hukukunun torunu.
Eğlence Sektörü: Coliseum ve Netflix’in Atası 🙂
Roma halkı için “ekmek ve sirk” (panem et circenses) en önemli şeydi. Yani karnın doyacak, bir de bedava eğlence izleyeceksin. Coliseum’da gladyatör dövüşleri, hayvan avları, deniz savaşlarının canlandırmaları… Bugün Netflix’te “Gladiator” filmini izleyip gazlanıyoruz, Roma halkı onu canlı izliyordu. Bir bakıma “reality show”un atası. Ama şunu da unutmayalım: Bu gösterilerin politik bir tarafı vardı. İmparatorlar, halka ekmek ve eğlence vererek onların sesini kesiyordu. Yani bugünün “dizi izleyip gündemi unutma” hali, Roma’da da vardı.
Roma İmparatorluğu’nun Büyüklüğü
En geniş sınırlarına M.S. 117’de, İmparator Trajan döneminde ulaştılar. Toplam yüzölçümü yaklaşık 5 milyon km²dir. Nüfus 50-60 milyon civarıydı, bu da o dönemin dünya nüfusunun yaklaşık %20’si.
Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü
M.S. 476’da Batı Roma resmen çöktü. Ama Doğu Roma (Bizans) 1453’e kadar devam etti.
Osmanlı İmparatorluğu
Anadolu’dan Üç Kıtaya Ulan Bir İmparatorluk
1299’da yılında Söğüt’te kurulmuştur. Bazı kaynaklara göre 1302 yılındaki Bizans'a karşı kazanılan Koyunhisar Muharebesi sonrası devlet nitelik kazanmıştır.
Balkanlardan Ortadoğu’ya
Osmanlılar, kuruluşundan kısa bir süre sonra Bizans topraklarına yöneldi. 1453’te İstanbul’un fethiyle Orta Çağ kapandı, Yeni Çağ açıldı. Toprak Genişliği 17. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı, 5,2 milyon km²’ye ulaştı. Nufus 30 milyona yakın. Kapsadığı Alan, Avrupa’nın güneyi, Kuzey Afrika, Orta Doğu’nun büyük kısmı. Bu genişleme, Osmanlı’yı sadece askeri olarak değil, kültürel olarak da devleştirdi.
Kahvenin Diplomatik Gücü
Osmanlı kahvesi. 16. yüzyılda Yemen’den İstanbul’a gelen kahve, oradan Avrupa’ya yayıldı. Viyana Kuşatması’ndan sonra Avusturyalıların eline geçen kahve çekirdekleri, Avrupa’nın kahve kültürünü başlattı.
Osmanlı ve Hukuk
Kanuni Sultan Süleyman, sadece fetihlerle değil, “kanun koyucu” kimliğiyle de bilinir. Şeriat ve örfi hukuk arasında bir denge kurdu. Osmanlı’nın hukuk sistemi, farklı dinlere ve milletlere de belli bir özerklik tanıyordu. Millet sistemi sayesinde Rumlar, Ermeniler, Yahudiler kendi dini liderleri aracılığıyla idare ediliyordu. Bugün Avrupa Birliği’nin “çok kültürlülük” diye övündüğü şey, Osmanlı’da 500 yıl önce vardı.
Kültürel Miras: Mimari, Müzik, Lale
Mimari: Mimar Sinan’ın eserleri, Osmanlı’nın “marka kimliği” gibiydi. Süleymaniye, Selimiye, sadece cami değil aynı zamanda birer sosyal merkezdi.
Müzik: Mehter takımı, dünyada ilk askeri bando kabul edilir. Bugün marş dinleyip gaza geliyorsak, onun atası mehterdir.
Lale: 18. yüzyıldaki Lale Devri, aslında bir kültürel dönüşümün simgesiydi. Hollandalılar laleyi Osmanlı’dan aldı, bugün hâlâ Amsterdam’ın simgesi.
Avrupa ile Sürekli Didişme
Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkisi, tam bir “bitmeyen kavga” gibiydi. 1529 ve 1683 Viyana kuşatmaları, Avrupa tarihinin dönüm noktaları oldu. Eğer Osmanlı o surları aşabilseydi, belki de bugün Avrupa haritası bambaşka olurdu. Ama dikkat edin: Osmanlı sadece savaşmadı, aynı zamanda Avrupa’ya ilham da verdi. Barok ve rokoko mimarisi Osmanlı’dan etkiler taşıdı. Moda, yemek kültürü, hatta tütün bile Osmanlı üzerinden Avrupa’ya geçti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Çöküşü: Hasta Adam Sendromu
19. yüzyılda işler tersine döndü. Avrupa sanayi devrimini yaparken, Osmanlı hâlâ eski sistemdeydi. Buharlı tren, fabrika, modern ordu derken Osmanlı geri kaldı. 1839 Tanzimat Fermanı ve 1876 I. Meşrutiyet gibi reformlarla toparlanmaya çalıştı ama olmadı. “Hasta Adam” tabiri ilk kez Çar I. Nikolay tarafından kullanıldı. Yani Avrupa sahnesinde artık “Osmanlı bitti” havası vardı. Sonunda 1922’de Osmanlı resmen tarihe karıştı. Ama küllerinden modern Türkiye Cumhuriyeti doğdu.
Britanya İmparatorluğu
Ada Devletinden Dünya Hakimliğine
Britanya İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonuna geldiğinde yaklaşık 35 milyon km² toprağa ve 400 milyona yakın nüfusa hükmediyordu.
Sanayi Devrimi: Buharın Gücü Adına!
Britanya’nın yükselişi aslında Sanayi Devrimi ile başladı. Buharlı makineler, tekstil fabrikaları, demiryolları… Yani bugünün “teknoloji veya ai devrimi” neyse, 18. yüzyılda sanayi devrimi oydu. İngiltere’nin pamuk ihtiyacı Hindistan’dan, şeker Karayipler’den, tütün Amerika’dan, çay Çin’den… Yani global tedarik zinciri kurmuşlardı. Bugün Apple’ın iPhone parçalarını Çin’den, yazılımını ABD’den, lityumunu Güney Amerika’dan toplaması gibi.
Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk
Britanya için kullanılan ünlü tabir: “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk.” Çünkü haritada o kadar çok yere sahiplerdi ki, dünyanın her anında bir yerinde güneş doğuyordu. Kanada’dan Avustralya’ya, Hindistan’dan Güney Afrika’ya kadar uzanan bir ağ. Bu ağ Kraliçe Victoria döneminde zirveye ulaştı. Bugün “Commonwealth” dediğimiz yapı (Kanada, Avustralya, Hindistan vb.), o imparatorluğun mirası. Hâlâ kraliyet ailesiyle sembolik bağlarını sürdürüyorlar.
Hindistan: İmparatorluğun Mücevheri
Britanya’nın en değerli sömürgesi kuşkusuz Hindistan’dı. İngilizler oraya “Mücevher” diyordu. Çünkü hem pamuk, hem baharat, hem insan kaynağı açısından inanılmaz bir kaynaktı. Ama bu işin karanlık tarafı da vardı: Açlık, sömürü, demiryolu ağlarının asıl amacı hammaddeleri limana ulaştırmaktı. Gandhi’nin liderliğindeki bağımsızlık mücadelesi, Britanya’nın imparatorluk hikâyesine sonun başlangıcını getirdi.
Afrika Paylaşımı
19. yüzyılda Avrupa ülkeleri Afrika’yı adeta “pastayı bölüşür gibi” paylaştı. İngilizler, Güney Afrika’dan Kenya’ya kadar geniş alanlara hâkim oldu. Bugün Afrika’daki İngilizce konuşan ülkeler (Kenya, Nijerya, Güney Afrika vb.) bunun mirası. Ama aynı zamanda ekonomik eşitsizliklerin ve sınır çatışmalarının kökeninde de bu sömürgecilik var.
Kültürel Etki: Futbol, Dil ve Çay
Futbol: Modern futbol kuralları İngiltere’de yazıldı. Bugün Premier League dünyanın en çok izlenen ligi. Yani imparatorluğun kültürel mirası hâlâ evlerimizde.
Dil: İngilizce, bugün küresel iletişimin dili. İnternetin, akademinin, pop kültürün ortak lisanı.
Çay: Britanya’nın milli içeceği sayılan çay aslında Çin’den geldi. Sonra Hindistan ve Sri Lanka’da üretim arttı. Bugün İngilizlerin “tea time” kültürü, sömürgeciliğin bir sonucu.
2. Dünya Savaşı ve Çöküş
20. yüzyıla gelindiğinde, Britanya hâlâ güçlüydü ama artık rakipleri de vardı: ABD ve SSCB. I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı imparatorluğu ciddi şekilde yıprattı. Savaş sonrası Hindistan bağımsız oldu (1947). 1950’lerden sonra Afrika’daki sömürgeler de birer birer bağımsızlık kazandı. Yani güneş batmayan imparatorluğun güneşi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yavaş yavaş battı.
Bugün Britanya artık imparatorluk değil ama hâlâ global bir marka: İngilizce dili, Londra finans merkezi, Popüler kültür (The Beatles, Harry Potter, Premier League), Kraliyet ailesi… Meghan Markle dizisine dönmüş olsa da, hâlâ dünya medyasının ilgisini çekiyor.
Qing Hanedanı:Barutun, İpeğin ve Kalabalığın İmparatorluğu
1644’te Mançuların kurduğu bu imparatorluk, 1912’ye kadar (yani tam 268 yıl) hüküm sürdü. Ve işin güzelliği, sadece toprak genişliğiyle değil, nüfusuyla da tarihin en büyüklerinden biri oldu.
Nüfus Bombası: 400 Milyon İnsan
18. yüzyılın sonuna gelindiğinde Qing Hanedanı, 400 milyondan fazla nüfusu yönetiyordu.
Çin’in Süper Güç Olma Alışkanlığı
Qing döneminde Çin, dünyanın en büyük ekonomisiydi. İpek, porselen, çay… Avrupa’da burjuvazi ne zaman misafir ağırlasa, “aa bu fincan Çin porseleni mi? 🙂” diye soruluyordu. İpek Yolu ticareti hâlâ Çin’in kontrolündeydi. Avrupa, Çin mallarına öyle bağımlıydı ki, İngilizler gümüş stoklarını eritmeye başladı. Çözüm: Afyon ticareti. İngilizler Çin’e afyon sokarak ticaret açığını kapatmaya çalıştı. Bu da ünlü Afyon Savaşlarına yol açtı (1839–1842). Yani bugün ABD ile Çin arasında yaşanan “ticaret savaşı”nın erken versiyonu, 19. yüzyılda İngiltere ile Çin arasında yaşanmıştı.
Çin Seddi
Qing döneminde Çin Seddi, artık bir turistik yapı değil, ciddi bir güvenlik önlemi olarak kullanılıyordu. Mançular kuzeyden gelmişti ama geldikten sonra kendileri de kuzeyi korumak için Seddi güçlendirdi. Bugün oraya turistler gidip selfie çekiyor. Ama düşünün, 18. yüzyılda orada nöbet tutan bir asker, selfie değil, Moğol saldırısı görüyordu. 🙂
Kültürel Yansıma: Konfüçyüs’ün Gölgesi
Qing Hanedanı, kültürel olarak Konfüçyüsçülüğü devletin resmi ideolojisi haline getirdi. Bu, eğitim sisteminden bürokrasiye kadar her yere yansıdı. Mesela memur olmak isteyenler, imparatorluk sınavlarına giriyordu. O sınavlarda Konfüçyüs metinlerinden sorular çıkıyordu.
Sorunlar ve Çöküş
Taiping İsyanı (1850–1864): 20 milyondan fazla insanın öldüğü bu ayaklanma, tarihin en kanlı iç savaşlarından biri.
Nüfus artışı: Tarım ekonomisi nüfusu beslemekte zorlanıyordu.
Batı baskısı: İngiltere ve Fransa’nın sömürgeci politikaları Qing’i köşeye sıkıştırdı.
19. yüzyılın sonuna doğru Qing artık eski gücünde değildi. Afyon savaşları, isyanlar, ekonomik krizler derken devlet zayıfladı. 1911’deki Xinhai Devrimi ile imparatorluk resmen sona erdi, 1912’de Çin Cumhuriyeti kuruldu. Ama bitişi bile dünyayı sarstı. Çünkü bir imparatorluğun çöküşü, modern Çin’in doğuşunu sağladı. Bugün Çin’in “biz 5000 yıllık medeniyetiz” vurgusunun temel taşlarından biri de Qing mirasıdır.
Çay kültürü → Britanya bile çay alışkanlığını Çin’den öğrendi. Porselen → Bugün hâlâ “çini” kelimesini kullanıyoruz. Merkezi sınav sistemi → Çin’in eğitimdeki disiplin anlayışı. Nüfus yönetimi → Kalabalık ülke olmanın zorlukları. Bugünkü Çin’in küresel güce dönüşünde “Qing’in yarım kalan işi tamamlıyoruz” duygusu hâlâ hissediliyor.
İspanyol İmparatorluğu
1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basması, İspanyol İmparatorluğu’nun “kuruluş hikâyesi” gibiydi.
Coğrafi Keşif
İspanya, Portekiz’le beraber coğrafi keşiflerin “resmi sponsoru” gibiydi. 16. yüzyıl boyunca, Hernán Cortés Meksika’da Aztekleri, Francisco Pizarro Peru’da İnka’yı devirdi. Bu sadece askeri bir zafer değil, aynı zamanda kültürel ve biyolojik bir devrimdi: Atlar, silahlar ve çelik Yeni Dünya’ya götürüldü. Mısır, patates, domates, kakao Avrupa’ya geldi. Bu değişim, tarihe Kolomb Takası (Columbian Exchange) olarak geçti.Bugün pizza üstündeki domates, Avrupa’ya İspanyollar sayesinde geldi. Yani İtalya’nın en ünlü yemeği aslında bir “Meksika hediyesi.”
Altın ve Gümüş Yağmuru
İspanyollar, Latin Amerika’da buldukları altın ve gümüşü Avrupa’ya taşıdı. Öyle ki, 16. yüzyılın ortalarında dünyadaki gümüşün büyük kısmı Potosí madenlerinden (bugünkü Bolivya) çıkarılıyordu. İspanya’ya akan bu zenginlik, Avrupa’da “Altın Çağ”ı başlattı. Ama işin ironisi şu: O kadar altın geldi ki, enflasyon patladı. Yani İspanya “dünyanın ilk ekonomik krizi yaşayan süper gücü” oldu.
İnkaların ve Azteklerin Trajedisi
İspanyol İmparatorluğu’nun büyümesinin bir bedeli vardı. Aztek ve İnka uygarlıkları neredeyse yok oldu. Hem askeri fetihler, hem de Avrupalıların getirdiği çiçek hastalığı gibi salgınlar milyonlarca insanı öldürdü. Yani İspanyol İmparatorluğu sadece altın ve zafer değil, aynı zamanda büyük bir trajedinin de adı oldu.
Katolik Misyonu
İspanyollar sömürgeciliklerini “Tanrı’nın işi” olarak da pazarladı. Katolik kilisesi, Amerika’daki yerli halkı Hristiyanlaştırmak için misyonerler gönderdi. Bugün Latin Amerika’nın büyük kısmının Katolik olması, bu sürecin sonucu. Yani İspanyol İmparatorluğu sadece coğrafyayı değil, kıtanın ruhunu da değiştirdi.
Kültürel Etki
Dil: Bugün 20’den fazla ülkede resmi dil İspanyolca. Dünya genelinde 500 milyondan fazla insan konuşuyor.
Mutfak: Çikolata, vanilya ve kahve kültürünü Avrupa’ya taşıdılar. Bugün sabah kahvemizin kökeninde bu imparatorluk var.
Sanat: Cervantes’in Don Kişot’u, Velázquez’in tabloları… İspanya kültürel olarak da altın çağını yaşadı.
İspanyol İmparatorluğu!nun Çöküşü
17. yüzyılda işler tersine döndü. Savaşlar, enflasyon, borçlar derken İspanyol İmparatorluğu küçülmeye başladı. Hollanda ve İngiltere gibi rakip güçler yükseldi. 1898’de İspanya, ABD ile savaşta Küba ve Filipinler’i kaybedince, “güneş batmayan imparatorluk” artık tarih olmuştu.
Etkileri
Latin Amerika ülkelerinin çoğu İspanyolca konuşuyor. Katolik kilisesi Latin Amerika’da hâlâ çok güçlü. Futbol, İspanya’nın kültürel ihracatlarından biri oldu (Real Madrid, Barcelona). Ve tabii ki: Avrupa mutfağındaki patates, domates, çikolata gibi vazgeçilmezler aslında “İspanyol hediyesi.”








